8 Aralık 2025 Pazartesi

BAŞKENT NOTLARI / EKONOMİ BÜROKRATLARI 1996 SONBAHARINDA NEDEN BİR KRİZ BEKLEMİYOR?

BAŞKENT NOTLARI / EKONOMİDE 'ASAYİŞ BERKEMAL'

Cahit UYANIK 

Ankara'da bugünlerde herkes Eylül ayında yeni bir ekonomik kriz çıkıp çıkmayacağına kafa yoruyor. Ancak bu konuda siyasetçiler dikkate alınacak bir şekilde konuşmuyor; çünkü hepsi taraflı... Kimi ekonomiye 'pembe gözlükler ile' bakıyor, kimisi de 'felaket tellallığı' peşinde... Bu konuda en tarafsız yorumları ekonomi bürokratlarının yapacağı kabul ediliyor. Konuştuğum bürokratların hepsi, Eylül'de veya daha ileriki aylarda bir ekonomik kriz çıkacağına inanmıyor. 

Peki 'teknik bilgilerle konuşmayı seven' bu bürokratlar Eylül ayında neden bir ekonomik kriz çıkacağını düşünmüyor? En önemli sebep politikacıların artık iç borçlanmada ciddi bir hata yapmayacağına ilişkin kesin inanç... Çiller'in 5 Nisan Kararları öncesindeki faiz politikasını haklı ve doğru bulan ekonomi bürokratı kalmamış. 

Ekonomi bürokratları 5 Nisan öncesinde iç borçlanmalarda yaşanan inadın sonuçlarının henüz hafızalarda taze olduğunu belirtiyor. Sohbetlerimizde sık sık 'Bu inat olmasa aslında 5 Nisan Krizi yaşanmayabilirdi' değerlendirmesini de duydum. Yani 5 Nisan Kararlarının alınmasına, sırf o dönemin başbakanı Tansu Çiller ile Hazine Müsteşarı Osman Ünsal'ın faizi düşürme sevdasının sebep olduğu düşüncesi artık 'genel kabul görmüş bir gerçek'... Şu anki iç borçlanmalar ise piyasa şartlarına göre, bir sorun yaşanmadan devam edip gidiyor. 

Ekonomi bürokratlarının ikinci argümanı ise Türkiye'nin bu yılki hedef 2,5 milyar dolar iken daha ilk 6 ayda 2 milyar dolar dış borç bulması ve bu rakama ikinci 6 ayda 3 milyar dolar daha eklenerek 5 milyar dolara kolayca yükselebilecek olunması... Yani Hazine'nin eli, dış finansman imkanları açısından rahat görünüyor. Ekonomi bürokratlarının tek gizli korkusu, bu 3 milyar dolarlık ek finansman imkanının siyasetçilerin iç borçlanmadaki faiz takıntısını yeniden canlandırması. Ve bunun, sistemi bir kez daha alabora  etme ihtimali... Bürokratlar bu senaryonun yaşanacağına ise pek inanmıyor. 

Ancak Hazine, bu siyasi çalkantı döneminde kim iktidara gelirse gelsin alınan bazı önlemlerin sürmesini  kaçınılmaz görüyor. Yani 'yapısal tedbirler' denilen özelleştirme, sosyal güvenlik reformu ve enflasyonla mücadelede devamlılığa dikkat çekiliyor. Peki ya IMF ile ilişkiler? Mayıs ayındaki ziyaretin 'rutin inceleme' olduğunu belirten ekonomi bürokratları, IMF'nin bunun haricinde ancak 'hükümetin daveti ile' Türkiye'ye gelebileceğini vurguluyor. 

Evet tüm bu anlatılanlara bakılırsa Hazine'nin acil bir kaynak ihtiyacı yok; çünkü iç borçlanmada faizler piyasa şartlarına göre oluşurken, dış finansmanda da bir rahatlık dönemi yaşanıyor. Ortamda IMF'nin davet edilmesini gerektirecek olumsuz şartlar da mevcut değil. Anlayacağınız bürokratlara göre 'Ekonomik kriz çıkabilir' denilen Eylül'e 2 ay kala ekonomide 'asayiş berkemal'...

TEKEL'İ BU ŞEKİLDE ÖZELLEŞTİREN 'MAHKEMELİK' OLUR

Temmuz başında 4. ayını dolduracak olan 'müstafi hükümet' en fazla Karadenizli vatandaşlara yaradı. Mesut Yılmaz ara yerel seçimlerden hemen sonra gittiği memleketinde 'müstafi bir başbakan olarak' trilyonlarca lirayı Rize'ye nasıl akıttığını ballandıra ballandıra miting meydanında anlattı. Türkiye'nin dört bir tarafında çok önemli yatırımlar ödenek beklerken, tüm Hazine imkanlarını sadece bir kent için seferber etmek, ileride partizanlık tarihi yazılırsa örnek olay diye okutulabilir.

Mesut Yılmaz'ın en yakın çalışma arkadaşı Devlet Bakanı Trabzon Milletvekili Eyüp Aşık da bu dönemde tuhaf icraatlarıyla ön plana çıkıyor. Sanki acelesi varmış gibi Tekel'in özelleştirilmesine kafayı takan Aşık, bu konuda bir yasa tasarısı bile hazırlattı. Tasarı, Türkiye'nin 13 yıllık özelleştirme macerasından en ufak bir ders almamış gibi görünüyor. En başta şu söylenebilir ki Türkiye'de özelleştirme çalışmaları Özelleştirme Yasasına göre yürütülüyor. Devlet özelleştirme konusunda ciddi ön hazırlıkların belli bir plan-program ve uzmanlık içinde gerçekleştirilmesi için bir Özelleştirme İdaresi (ÖİB) de kurdu. Bu kurumda yüzlerce kişiyi istihdam ediyor. 

Aşık'ın ÖİB'i by-pass eden yasa tasarısı yanılıp-yazılıp Meclis'ten çıkarsa, yandı gülüm keten helva... Tekel'in trilyonlarca liralık mal varlığının gerçek değerinin ne olduğunun tespit edilmesi bile ciddi problem olarak ortaya çıkacak. Üstelik Tekel'in sahip olduğu geniş arazi ve arsaları da cabası... Yani Tekel bu şekilde özelleştirilirse, sorumluluğu bulunanlar gelecekte mahkemelik olabilir. Bizden uyarması: Aşık, Tekel'i özelleştirmek istiyorsa ÖİB'in portföyüne alınması için çaba harcasın. Kulağını tersten göstermenin alemi yok. 

HABITAT-2'YE HARCANAN 90 MİLYON DOLAR BİZE NE SAĞLADI?

HABITAT-2'yi yüzümüzün akıyla bitirdik. Bu konuda gösterdiği üstün çabalar nedeniyle TOKİ Başkanı Yiğit Gülöksüz'ü kutluyorum. Ama bu gösterişli etkinliğin maliyeti 90 milyon doları (750 milyar lira) buldu. Türkiye 6 milyar dünyalının konut ve yerleşim sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak için bu kadar parayı harcadı ama nasıl sonuçlar elde edildi? Bize anlatılanlar 'Harcanan bu paranın yerini bulduğu' yönünde... İşte size HABITAT-2'nin sağladığı başarılı sonuçların listesi:

■ BM ilk kez gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve yerel yönetimlerle direkt bağlantı kurdu.

■ Daha önceleri ayrı dilden konuşan, ayrı politikalar takip eden belediyeler, dünya sahnesinde ilk kez İstanbul'da tek bir söylemde buluştu.  Yine ilk kez dünya belediyeleri tek çatı altında toplanarak Şili-Santiago Belediye Başkanını bu oluşumun başkanı olarak ilan etti.

■ Tüm ülkeler herkesin yeterli bir konuta sahip olması ve bunun için gerekli adımların atılması gerektiği konusunda görüş birliğine vardı.

■ İlk kez dünya genelinde yeni projeler üretmiş 12 belediyeye 'En İyi Uygulamalar Ödülü' verildi. Bunun anlamı şehirde yaşayan insanların kent sorunlarına sonsuz derecede çözüm üretebileceğini kanıtlamasıydı.

■ Eskiden sadece 'sürdürülebilir kalkınma' terimi kullanılırken; gelişmekte olan ülkelerin halen yavaş kalkındıklarını ve hızlı kalkınmaları durumunda çevreye zarar vermeden gelişemeyeceklerini ifade etmeleri üzerine, ilk kez İstanbul'da 'ekonomik büyüme' ve 'sürdürülebilir kalkınma' arasında bir denge kurulması üzerinde anlaşıldı.

■ Daha önce etkin bir şekilde tanımlanamayan 'kadının insan yerleşimleri konusundaki merkezi rolü' bu toplantıda kabul edildi.

■ Daha önceleri sadece kentsel kalkınma modeli üzerinde durulurken, kırsal kalkınmanın kentsel kalkınmanın bir parçası olduğu, özellikle nüfusu hızla artan ülkelerde etkin bir kentsel yönetimin önemini de ortaya çıkardı.

24 YIL SONRA HATIRLANAN ADAM: MESUT EREZ...

Ekonomi Muhabirleri Derneği (EMD) yıllar sonra bir yayın organına kavuştu: Ekonom. Üç ayda bir yayınlanacak Ekonom'un 'yayın öncesi' çalışmalarında ben de vardım. 'Çorbada tuzum bulunsun' misali, ufak tefek katkılarda bulundum. Toplumsal hafızanın çok zayıf olduğundan hareket eden EMD, Türkiye'nin kaderini tayin eden ancak şimdi bir köşesine çekilmiş insanları arayıp bulmayı kararlaştırdı. Bu görev de ilk sayıda bana düştü. 

Sevgili Vecdi Seviğ büyüğümüzün önerisiyle, 1972 yılında 'tekstil sektörüne ilk teşviki veren' dönemin Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mesut Erez'i bulmayı ve düşüncelerini almayı planladık. Erez'i aradık, sağolsun o döneme ait anılarını ve düşüncelerini lütfedip bizimle paylaştı. Şimdilerde Esbank'ta murahhas azalık görevini yürüten Erez, aradan çeyrek asır geçmesine karşın pırıl pırıl hafızası ile o günleri en ince ayrıntısına kadar anlattı. Erez, bakanlık yaptığı dönemde ilişkiye geçtiği yabancı devlet adamlarının karmaşık isimlerini bile unutmamıştı. Erez'e dikkat ettim: Sonsuz bir tevazu içinde,  milyarlarca dolarlık ihracat ufkuna sahip tekstil sektörüne isabetli teşvikleriyle yön veren isim değildi sanki... Ne diyelim, artık Ankara'da böylesi beyefendilere rastlamak o kadar zor ki...

SİVEREKLİLER, SİYASETÇİLERİN PEŞİNİ BIRAKMIYOR

Siverek'i il yapma sözünü yerine getirmeyen politikacılar önümüzdeki aylarda sıcak günler yaşayacak gibi görünüyor. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'den başlayarak önüne gelen siyasetçiyi mahkemeye veren Siverekliler, şimdi TBMM'yi de işin içine karıştırdı. "Siverek'i İl Yapma ve Kalkındırma Derneği"nin açtığı dava Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Hüsamettin Cindoruk, Erdal İnönü, Murat Karayalçın, Erman Şahin, Nahit Menteşe, Mehmet Kahraman, Necmettin Cevheri, Hasan Celal Güzel'i kapsıyordu. Dernek bu isimlerden toplam 2 milyar 50 milyon lira maddi ve manevi tazminat talep ediyordu. 

Meclis Başkanlığı bu işe nasıl karıştırıldı peki? Siverek Asliye Hukuk Mahkemesi bu isimlerden dördünün adreslerini bulamamışti ve en kolay Meclis'ten edinilebilir diye düşünmüştü. Şimdi Meclis'te bu isimlerin son adresleri bulunmaya çalışılıyor. Buradan açıkça sesleniyorum: Sayın Hüsamettin Cindoruk, Sayın Erdal İnönü, Sayın Erman Şahin, Sayın Mehmet Kahraman! Eğer Siverekliler'den çekinmiyorsanız son ve açık adreslerinin Meclis'e bildiriniz. 

10 TEMMUZ 1996 TARİHİNE DİKKAT!

Anayasa Mahkemesi son aylarda aldığı kararlarla hukuku kendi anlayışına göre yorumlayıp yasalar çıkaran siyasetçilere tokat üstüne tokat attı. Çekiç Güç ve OHAL oylamalarının iptali buna en güzel örneklerdi. Ancak gözlerden kaçan çok önemli bir iptal daha yaşandı. Yüce Mahkeme, İdari Yargılama Usulü Yasasının bir maddesini 10 Nisan 1996 tarihinde iptal etmişti. Siyasetçilere de Anayasaya uygun yeni bir düzenleme yapması için 10 Temmuz'a kadar yani 3 ay süre vermişti. Eh bu sürenin bitmesine çok az bir zaman kaldı. Fakat ufukta hiçbir düzenleme hazırlığı görünmüyor.  

Peki ya, neydi bu iptal ve ne gibi sonuçlar doğuruyordu? Anayasa Mahkemesi ilgili yasanın 2. Maddesinin 'a' bendini; hak arama özgürlüğünü kısıtladığı için iptal etmiş ve bu özgürlüğün sınırlarının genişletilmesi gerektiğini söylemişti. Hukukçular şimdi yeni düzenleme yapılmadığı takdirde idarenin işlemlerine ve fiillerine karşı mahkemelere dava açılamayacağını söylüyor. Sayın milletvekillerine duyurulur.

(Bu kulis yazısı aylık Macro Economy dergisinin Temmuz-1996 tarihli, No:21 sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder