Cahit UYANIK
Enron Skandalından sonra patlak veren Worldcom ve Xerox skandalları, dünyada globalizmin şampiyonluğu ve bayraktarlığını yapan Amerika Birleşik Devletlerini (ABD) derinden sarstı. ABD'de globalizmi 'bu ülkenin solcuları' olarak bilinen Demokratlar tezgahlamıştı. Bill Clinton başkanlığındaki ABD Hükümeti, 'Yükselen Pazarlar Stratejisi'ni ortaya koyarak dünyada sermayenin gezip dolaşabileceği 15 ana otoyol yani 'gelişmekte olan ülke' belirlemişti. Sermaye dünyadaki üç büyük blok yani ABD öncülüğündeki Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA), Avrupa Birliği (AB) ve Japonya önderliğindeki Uzak Doğu Blokunun yanı sıra bu 15 ülkeye de rahatça giriş-çıkış yapabilecekti. Bu 15 ülkeden biri de Türkiye idi.
Bu plan 4-5 yıl iyi işledikten sonra aksamaya başladı. Sıcak paranın sağladığı 'sahte cennet'le iktidara gelen partiler, gittikçe yükselen borç/milli gelir oranları ile yatırım yapamaz, dolayısıyla istihdam yaratamaz hale geldiler. Sonuçta büyük işsizlik, iç burkan sosyal patlamalar ve stres dolu siyasi buhranlar eşliğinde 'global krizler' dönemi ortaya çıktı. Rusya, Güney Kore, Tayland, Malezya, Endonezya, Arjantin ve Türkiye bu girdabın içine düştüler. Yani sıcak paranın etkisiyle yaratılan sahte cennetler, halkın yaşadığı soğuk gerçeklerle yüz yüze gelince ülke ekonomilerinde büyük fırtınalar koptu. Sahte cennetin faturası 'gerçek cehennem' manzaraları ile ödendi ve ödeniyor.
Bu fırtınadan kurtulabilen birkaç ülke elbette var. Bunlardan biri komşumuz olan üçüne dikkatinizi çekmek istiyorum: Rusya, Güney Kore ve Malezya. Daha 5-6 yıl önce şu anki Arjantin'i aratmayan manzaraların yaşandığı bu ülkeler şimdilerde süt liman. Rusya daha geçen ay G-8'in asli üyesi olarak kabul edildi. Oysa Rusya için iki yıl önce 'hasta adam' deniliyordu. Güney Kore ise daha 4-5 yıl önce iki ayda bir IMF tarafından denetlenen ve para enjekte edilen bir komalık hasta gibiydi. Malezya'nın durumu da Rusya ve Güney Kore'den pek farklı değildi.
Peki bu 3 ülke de krizden nasıl çıktı? Verilen ortak cevap şu olabilir: Bu ülkeler krizden sırtını sıcak paraya yaslayarak değil, kendi milletinin gücüne güvenen iktidarlar, sağlam bir siyasi sistem ile acı ilaç ne ise onu içmeye gönüllü bir toplumla çıktılar. Bu ülkelerin bir başka ortak özelliği de kriz sonrasında IMF ile ilişkilerini çok iyi ayarlayabilmiş olmaları... Söz gelimi Güney Kore kriz boyunca IMF'den alınan borcu geçen yıl tamamen ödedi ve bu kuruluşla ilişkilerini 'diplomatik düzey'e indirdi. Bütün bu tablo bize gösterdi ki ABD'nin öngördüğü gibi 'sınırların bulunmadığı sorunsuz bir globalizm' mümkün değil.
ABD'nin globalizm planının ikinci ayağında ise devletin ekonomide en asgari düzeyde düzenleme ve denetleme yapması yani 'deregülasyonculuk' bulunuyordu. Bu anlayış, 'devletin ekonomik faaliyetlere tam bir serbesti tanıması, her türlü sınırlama ve engeli ortadan kaldırması' olarak da biliniyor. Ancak yazının başında sözünü ettiğimiz Enron, Worldcom ve Xerox skandalları patlak verince, bu anlayışın kağıt üzerinde mükemmel iken sahada çok ciddi sorunlar yarattığı görüldü.
Çünkü deregülasyonculuğun öngördüğü 'ekonomik faaliyetlerin denetiminin de piyasa güçlerince yani bağımsız denetim firmalarınca (audit) gerçekleştirilmesi' şeklindeki uygulama ciddi problemler yaratmıştı. Yaşanan üç büyük skandalda bağımsız denetimin şirketlerdeki olumsuzlukları tespit edememesi, böylece globalizmin deregülasyonculuk ayağının da çökmesine sebep oldu. Şimdi bu kötü mirası düzeltmek Cumhuriyetçiler ve dolayısıyla ABD Başkanı Bush'a düşecek. Zaten Bush, bu tip olumsuzluklara sebep olanların cezalandırılacağını açıkladı.
Buradan Türkiye için çıkarılacak dersler neler? Türkiye için de ekonomik kurtuluş, globalizmle mesafeyi yeniden ayarlamaktan geçiyor. Ancak globalizmin dünya sermayedarlarına takdim ettiği en büyük yemlerden biri olan Türkiye, ne yazık ki siyasi koşulları itibarıyla IMF'den bağımsız politikalar izleyemiyor. Halk Rusya, Güney Kore ve Malezya'da olduğu gibi gerekli acı ilacı kendi başına içmeye razı ama Türkiye'nin siyasi sistemi buna uygun değil ve yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Bu sağlanana kadar IMF'nin yeşil ışığının açık olması gerekli.
Öbür yandan ABD'de yaşanan üç büyük şirket yolsuzluğu AB'nin dünya ve dolayısıyla Türkiye için önemini artırdı. ABD serbest piyasa ekonomisinin globalizm denilen sorunlu bir versiyonuna sahip iken, AB sosyal piyasa ekonomisiyle yoluna devam ediyor. Deregülasyonculuk AB ülkelerini ABD kadar değiştiremedi ve etkileyemedi. Çünkü AB'nin çok ortaklı yapısı buna engel oluyor. Türkiye ekonomisinin ağırlıklı olarak AB ve üyesi ülkelerle temas halinde olduğunu düşünürsek, ABD odaklı bir krizden çok büyük yara almayacağı söylenebilir. Ancak Türkiye'nin dış borçlanması ve finansmanında ABD'nin rolü bir hayli fazla. Türkiye tam üyelik müzakerelerine başlayabilirse, dış finansman açısından da AB ile yakınlaşacaktır. Bu durum Türkiye'nin geleceğini daha olumlu yönde etkileyecektir.
(Bu yazı, Ankara Ticaret Odası-ATO'nun aylık gazetesi 'Atohaber'in Temmuz-2002 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder